Bir önceki yazımda hazırlık aşaması için elimden geldiğince tavsiyelerde bulunmaya çalıştım, burdan sonrası ise biraz gözlemlerim, biraz hislerim ve başımdan geçenler, gezdiklerim gördüklerim…
WAT(Work and Travel) hazırlığının ve vizenin ardından Amerika macerası başladı. Koşuştururken biraz zor gibi görünen gitme günü gelip çattı. Havalimanından Roma aktarmalı ve bol beklemeli bir yolculuğun ardından nihayet Boston’daydım! Elimde binmem gereken otobüs isimleri ve bulunacak adresler… Eee sora sora bağdat bulunur demişler ki aynen de öyle oldu gerçi telaffuzdan ötürü biraz da zor oldu 🙂 Daha indiğim anda yıllardır bize öğretilmeye çalışan ingilizceyle hiç alakası olmayan bir şeyin içinde olduğumu anladım, öğrenecek çok şey vardı… Boston’dan yola çıkıp çalışcağım yere vardığımda gece 22.00 (10.00 pm) sularıydı. Biraz ürkmüş ve daha çok
yorulmuş bir biçimde kendimi çalışacağım otele attım ve çok şükür dedim geldim. Beni ilk karşılayan Janet sonrasında oradaki annem oldu. Ertesi sabah supervisor ımla tanıştım, tanıştım tanışmasına da oldukça hızlı bir ingilizceyle beni karşıladı aklıma gelen ilk şey nasıl anlaşacağız olsa da alışmam çok da uzun sürmedi. Oraya vardıktan 3 gün sonra çalışmaya başladım ve 3 günlük süreçte de sürekli uyudum diyebilirim. Alışması en zor şeylerden biri saat farkı, afallayan bünyemin düzelmesi bir hafta kadar sürgü (jetlag mı oldum ne 😀 ) Alışması zor şeyler demişken bir diğeri yemek kültürü -bana göre hala onların bir yemek kültürü yok – sabah kahvaltılarında yedikleri enteresan muffinler, beggllar vs.vs.vs… 3 bucuk ay boyunca en çok beyaz peynir, zeytin ve domates üçlüsüne hasret kaldım yani. Sonrasında hardaldan nefret eden ben hardalsever olurken bir de ağzıma sürmediğim meyveli yoğurt da vazgeçilmezim olunca adaptasyon sürecim tamamlandı aslında 😀
Kaldığım çevreyi keşfetmeye ilk çıktığımda sokakta deliler gibi dans ederek bir şeyleri protesto eden gençlere rastladığımda anladım Amerika‘ da olduğumu, ilk uyanışım orada oldu aslında kendimizinkinden çok farklı bir kültürün içinde olduğumu. Tabi yadırgamadan ve ön yargılı olmadan atlatmaya çalıştım kültür şoku meselesini kaldı ki o da çok sürmedi zaten.
Yukarıda ki resim ilk gördüğümde çok beğendiğim, elime newyork times’ı alıp okumaya çalıştığım, sonra her daraldığımda ve biraz özlediğimde kahve içmek için gittiğim adadaki marinadan bir manzara, özellikle gün batımında eşsiz bir kızıla bürünüyordu.
Çalışma sürecim ve zorluklar bir sonraki yazıda …