Arada yazılmakta olan uzun bir gezi yazım var, Kasım ayı içindeki Lisbon – Faro – Sevilla – Merida – Porto turundan. Ancak oldukça uzun ya da dizi halinde bir yazı olacağı için tamamlanması zaman alacağa benziyor. Şuan Porto’ya 100 km kadar uzakta, Duoro nehrine yakın bir yerdeyim. Porto’nun hayatım boyunca unutmayacağım özelliklerinden biri olan aşırı virajlı, bol iniş çıkışlı yollarını geçerek geldik.
Okulda tanıştığım arkadaşım Salete ve eşi Tony’nin daveti ile ailelerinin evindeyim. İki gün için hem rahatça çalışıp hem de kafa dinleyebileceğimi söylediklerinde çok inanmamıştım. Şuan bilgisayarımda sadece 1 tane SSID görüyor olmam bana yakın çevrede hiç komşu olmadığını gösteriyor, bu yüzden de wifi şifreleri yok 🙂 Gerçekten de oldukça büyük bir arazinin içindeki tek ev. Evin babası(Carlos) eve ait her detayı kendi tasarlamış ve elleriyle yapmış – masalar, dolaplar, sandalyeler dahil -tabii ki eşiyle birlikte. İyi bir ahşap ustası ve aynı zamanda arazinin işletmesini yapıyormış. Geldiğim ilk andan itibaren beni gerçekten çok sıcak karşıladılar, uzunca bir zaman sonra ilk defa bir geceyi ailemin hasretini en az duyarak geçirdim. Ev yapımı enfes bir pizza yedim, beğendiğimden emin olmak için ilk lokmadaki tavrımı izlemeleri görülmeye değerdi sanırım. Yapılışını izlemediğim için çok fena pişmanım hatta! Üzerine kendi yaptıkları yağ ve ekmekten ikram ettiler, hatta bütün gecem hem hikayelerini dinlemekle hem de kendi ürettikleri hemen her şeyin tadına bakmakla geçti. Yemek sonrası evin kardeşimle yaşıt oğluyla(Nuno) sohbet ettim, bizdeki meslek lisesine denk bir meslek okulunda elektrik – elektronik okuyor abisi mühendis olmak istiyormuş. Kardeşimi özledim!
(Bu arada Portekizli ailelerin en büyük özelliği yemek masasında uzun uzun vakit geçirmeleri. Bizim neslin aksine uzun yemekler yemeyi ve sohbet etmeyi oldukça seviyorlar.)
Anne ve baba gerçekten büyük bir aşkla evlenmişler ve hala mutfağa bile birlikte gidip geliyor olmaları, birbirlerine sürekli yardım ediyor olmaları aralarındaki sevginin ve sessiz anlaşmanın en büyük göstergesi olmalı. Bahçeyi ve hayvanlarını gösterdiler. İki kişinin çocuklarını da dahil ederek her şeyi sevgiyle inşaa etmiş olması bir işi, bir yemeği hatta çay koymayı bile sevgiyle yaptığında işlerin nasıl değiştiğini gösteriyor bana. Gece yatağa yatınca neleri sevgiyle yaptığımı, neleri atladığımı ve dünyaya bakışımı bir kez daha soruladım.
Onların bu hali çocuklarına da geçmiş olmalı. Salete ve Tony okurken evlenmişler. Bizim daha kendimizi anlayamadığımızı düşündüğümüz, ne aradığımızı bilmediğimiz yaşlarda onlar birbirleri için doğru insan olduklarını düşünüp birlikte okuyor, her zorlukta birbirlerine destek oluyor ve olduğun gibi sevme kavramının içini dolduruyorlar. Geleceğin ne getireceğini hiç bilmediklerini ama birlikte olmak istediklerini söylerken “Seversen yolunu bulursun” sözünü de kulağıma küpe yapıyorum.
Şuan bu satırları yazarken evin annesi (Rinda) bana kahve koyup yanıma bıraktı, ben de erken uyanan misafir olarak hem mutfakta ona eşlik ediyor hem de yazıyorum. Şimdi de baba geldi rahat uyuyup uyumadığımı sordu, ben de fırsat bulmuşken her şey için teşekkür ettim. Türkiye’ye mutlaka beklediğimi ailemin de çok memnun olacağını ekledim. Gelmeyi çok istediklerini söylediler 🙂 Birazdan bahçeyi biraz daha dolaşmaya gideceğim ve evin en minik üyesi Fina – köpekten deli gibi korkarken, onu çok sevdim doğrudur – ile oynayacağım.
Kendime not : Misafire sen otur dur dur ben yaparım demek yerine, ona yaşam alanı bırakmayı hatta yardım etmesine izin verip daha rahat hissetmesini sağlamayı felsefe edinmeliyim.
Bu arada akşam yemeğinin üzerine bu kez kahveler “Türk Kahvesiydi”. Kuru Kahveci Mehmet Efendi’ye saygılar!!! Keyifle denediler, kahvaltıdan sonra tekrar yapacağım . Portekizdeki kahvelerle karşılaştırınca oldukça hafif, aroması farklı ve içilebilir, ben de özlemişim <3
İlk fotoğraftaki ağacı gece birlikte süsledik. Öyle Christmas’la falan bir ilgim, düşkünlüğüm yok. Ama bu ağaç aslında ailece bir şey yapmanın ve sahip olduğun inancı yaşamanın bir göstergesi o yüzden paylaşmaya değer. Aşağıda göreceğiniz fotoğraf ise yolda yakaladığım ve çocukken hep resmini çizdiğim kare. Gerçeğini görmek beni nasıl mutlu etti…
Bütün hikayeyi, neler konuştuğumuzu detaylı anlatmamın sebebine gelmek istiyorum. Baba portekizce ve fransızca biliyor, anne portekizce. Aslında bir tek arkadaşım Salete ingilizce konuşabiliyor. Demem o ki bütün hikayeleri dinleyip anlamak için, birbirimizi anlamak ve sevmek için sözcüklere ihtiyacımız yok. Lisede edebiyat öğretmenlerimden Aynur hocamın defterime yazdığı gibi :
“İnsan olmanın bilincinde, su gibi yaşamalıyız!”
Bu 5 aylık yolculukla alışkanlıklarımı değiştirip, gerçek ihtiyaçlarımı öğrenmeye çalışıyorum. Gereksiz kıskançlıklardan, yadırgamalarımdan ve ön yargılamalardan arınmaya çalışıyorum. Hatalarımla yüzleşiyor, ödemem gereken bedelleri görebiliyorum. Artık yetişkin bir kadın olduğumu anlıyor, hayatta ne istediğimi farkediyor ve çok çalışmanın da aslında sevgiyle olması gerektiğini öğreniyorum. Yolu yarıladım, kalan yarının da şimdiye kadar ki kadar güzel geçmesi için dua ediyorum. Ve hep iyi insanlarla karşılaşmanın bir hediye olduğunu bildiğim için çokça şükredip kıymet bilmeye çalışıyorum. Sevdiklerimin özlemi canımı yaksa da hayaller peşinden gitmeye değer.
Sevgiyle.