Son zamanlarda yurt dışına göç oldukça gündemde bir konu. Kimi kaçtılar diyor, kimi biletlerini alalım gitsinler diyor, kimi orada ikinci sınıf muamele görüyorlar diyor. Bu seslerin çoğu da konfor alanını terk edemeyen, başkalarının sebeplerine saygısı olmayan insanlardan geliyor. Bütün yorumları biraz şaşkınlıkla biraz da gülerek dinliyorum.
İlk yurtdışı deneyimim 4 ay ile Amerika’da oldu, bunu 6 ay ile Portekiz takip etti ve yaklaşık 3 yıldır da İngiltere’deyim. Stajyer olarak gelip, Ankara Anlaşması ile vize alıp bir de yazılım sektöründe 3 iş, ek olarak 5 ev ve bir de medeni hal değiştirince artık yurt dışında yaşama konusunda yorum yapacak, fikir beyan edecek seviyeye geldiğimi düşünüyorum. Bu seriye genel olarak göç ile başlayıp, Ankara anlaşmasının ne olmadığı (çünkü herkes ne olduğunu anlatıyor 🙂 ) ve İngiltere’de yaşamak ile devam edeceğim.
Buraya yerleştiğimi öğrenenlerden aldığım ilk soru genelde aylık ne kadar maaş ile geçinilebileceği oluyor benimse değinmek istediğim şeyler biraz farklı…
Eğer yeniden bir yere taşınacak olsaydım yapacağım ilk iş oraya turist olarak gitmek olurdu. Bir şehrin sokaklarında yürümeden, soğuk ve sıcak zamanlarını bilmeden, insanlari ile sohbet etmeden, bir kafesinde oturmadan kısacası hakkında hiç bir şey bilmeden gitmek gerçekten şansa fazla güvenmek oluyor. Hepimiz farklıyız, bize uygun olan ya da olmayan şeyler de haliyle çok farklı… Belki sıcak seven birisiniz belki yağmura bayılırsınız belki de çok sosyalsiniz . Demem o ki yeni bir ülkenin, şehrin havasını solumadan orayı sevip sevmeyeceğinizi anlamak oldukça güç.
Yapacağım sonraki iş ise vize tiplerini ve bunların bana getireceği hakları araştırmak olurdu. Her ülkenin ve her vize tipinin farklı gereklilikleri, sınırları ve beraberinde getirdiği kısıtlamalar ya da fayda sağlayan hakları olabiliyor. Bir arkadaşınız A vizesi ile gitti ve mutlu diye bu, bu vize tipinin size de uygun olduğu anlamına gelmiyor.
Yurt dışında yaşamaya karar vermek kaçmak ya da korkmak değil aksine çok daha cesur olmak demek! Bilmediğiniz bir yerde hiç tanımadığınız insanlarla sıfırdan başlamak demek. Türkiye’de olmaya nazaran daha fazla efor sarfetmek, yıllarca özenerek oluşturduğunuz çevrenizi ve kariyerinizi muhtemelen sil baştan oluşturmak demek. Ben en çok her şeyin zamanla olduğunu ve sabretmeyi öğrendim bu ülkede.
Çevrenizdeki herkes, her şey değişecek ama en önemlisi siz değişeceksiniz. Muhtelemen yakın arkadaşlarınız bir süre sonra sizin çok başka bir insan olduğunuzu, bazıları asimile olduğunuzu kimileri de soğuk bir insana dönüştüğünüzü ya da duygusuz olduğunuzu söyleyecek. Siz de önce acaba haklılık payları var mı diye kafa yoracak sonra bunun sadece adaptayonun bir parçası olduğunu farkedecek ve onlara kendinizi anlatmaktan muhtemelen vazgeçeceksiniz. Buranın bana kattığı en güzel şey kendi kişisel alanımı ve buna duyulması gereken saygıyı, aynı şekilde benim de başkalarının kişisel alanına duymam gereken saygıyı anlamak oldu.
Geçen yaz kız kardeşim gibi olan kuzenimin düğününü vize sebebi ile kaçırdığımda, dedemin cenazesine son anda yetiştiğimde bir süre kendime küsmüş, aldığım kararı tekrar tekrar sorgulamıştım. Ama sonra farkettim ki bunlar hayatın bir parçası ve ben Türkiye’de olsam da yaşanabilirdi. O yüzden özel günleri kaçırmaya hazırlıklı olup bunun yurt dışında yaşamak ile alakalı olan dengesini kafada oturmakta bir diğer mesele.
Kendimce en önemlisini en sona sakladım. Yurt dışında yaşamak dışarıdan çok iyi ve havalı görünüyor olabilir ancak zorlu bir süreç. O yüzden ‘gitme’ sebebini kafada iyi oturtmak gerek. Çünkü insan karşılaştığı zorluklarda o sebebe tutunuyor, asabı bozulunca neden ‘gittiğini’ hatırlamak istiyor, bazen de başlarda buradaki en büyük motivasyon bu sebebi oluyor. Bu yüzden ayakları yere basan ve sizi motive edecek bir sebebiniz olsun.
Bir küçük farklı bakış açısı sunmak istedim, aklıma geldikçe yazmaya devam edeceğim. Sizin de eklemek istedikleriniz varsa yorum bırakabilirsiniz, okumaktan mutluluk duyarım 🙂
Sevgilerimle