Haziran’ın sanki bir Şubat edasıyla bize yamuk yaptığı şu günlerde İngiltere’nin havası üzerine biraz yazmak istedim. Kasvetli bir yaz başlangıcı geçirdiğimiz, bu aralar benim de zaman zaman bundan şikayet ettiğim doğrudur lakin öyle filmlerdeki gibi sürekli bir yağmur falan yok 🙂
Gelmeden önce bende zaman zaman düşünüyor ve endişeleniyordum. Kendimi yaz insanı olarak nitelendirip, soğukta mutsuz olur muyum acaba diye çokça düşünüyordum. Hiç olmadım!
‘İngiltere’nin havası nasıl?‘ diye soran birine vereceğim cevap ‘Çok değişken’. Mevsimler benim keyif sırama göre yaz, sonbahar, ilk bahar ve kış.
Yazları burada geçirmek gerçekten çok keyifli oluyor. Güneş oldukça geç batıyor, bu da insana upuzuuuun bir gün veriyor. Öyle ki akşam 8 de sanki 5’miş gibi; 10’da 8’miş gibi! Sıcaklıklar ortalama 25 derece civarında arasında seyrediyor. Ara ara yağmur yağıp serinletiyor. Ah beni en çok gülümseten şey de sıcaklılar 30 derece olursa her yerde uyarılar veriyorlar ‘Aman su içmeyi ihmal etmeyin’ diye. Geçen yaz yeşil olan her yeri sarartacak sıcaklıkta bir yaz geçirmiştik ve 30 derece bir sıcaklık kesinlikle bu ülkeye göre değil. Metrolarda, evlerde genellikle soğutma sistemi bulunmuyor. Biraz sıcak görünce insanların felekleri şaşıyor 🙂 Normalden daha sıcak olursa ‘Lütfen yağmur yağsın’ derken bulabilirsiniz kendinizi.
İkinci favori mevsimim sonbahar. Hayatımda ilk defa geçen sene fark ettiğim bir güzellik var sonbaharda ve 28 yıl boşa yaşamışım diyorum. Hani o olmasını beklediğiniz tatlı yağmurlar, muhteşem renk geçişleri, limonata gibi hava var ya işte burada! Yeşilin, sarının, kırmızının ve turuncunun en güzel geçişli tonları da burada. Yolda yere düşmüş yaprakların arasındaki tatlı hışırtı, sert bir rüzgarla havalanan yapraklar hepsi ama hepsi bana yaşadığımı hissettiriyor. Hava da yavaştan serinlemeye başlıyor tabii ( tamam tamam biraz soğuk oluyor 😉 )
İlkbahar, dünyanın pek çok yerindeki gibi burada da uyanış ayı ve çiçeklerin rengarenk olduğu görsel bir şölen… En çok Greenwich’deki parkın kiraz çiçekleri ile dolu yolunu seviyorum. Ama her turistik yer gibi sakin zamanını yakalamak oldukça zor oluyor. İlkbahar’da hava durumuna kanıp bol bol ıslanmak kaçınılmaz, yine burada geçirdiğim ilk ilkbaharda ısrarla şemsiye almadığım bir Mayıs ayında aralıksız 1 hafta eve her gün ıslanarak gelmistim. Tam da iş çıkışı yağıyordu o kırk ikindi yağmuru 🙂
Ve tatata tammm Kış! Ekim sonu gibi başlayıp Mart’a kadar sürüyor. Biraz uzunca kendini hissettiriyor. Kar yağacakmış gibi yapıp genelde yağmıyor ya da 1-2 gün görebiliyorsunuz. Eğer burada yeniyseniz sürekli içinize işleyen bir soğuk hissediyorsunuz. Ama uzun kalacaksanız hiç endişelenmeyin, sakince adapte olacağınız 3. kışı bekleyebilirsiniz. Bu sürede de termal içlikler imdadınıza yetişecektir.
Gelen sorular üzerine yağmura da değineyim. Hemen her mevsimde yağabiliyor. En şiddetlileri ilk baharda oluyor, kışları öyle şakır şakır değil de ‘shower’ dedikleri yüzünüze yüzünüze tüküren bir yağmur var. Ama hava hiç bir zaman sürekli kapalı olmuyor, gün içinde genelde güneşi görmek mümkün oluyor. Yani korkmayın! Zaten bir süre sonra mevsimlere ve havaya göre plan yapmamayı öğreniyorsunuz.
Demem o ki insan isterse her şeye kolayca uyum sağlayabiliyor. Bir süre sonra içinde bulunduğunuz durum sizin normaliniz oluyor. Hem neydi :
Kötü hava yoktur doğru giyinmemiş insan vardır!’
Bir İsveç atasözü 😛
Ah bu arada benim de aklıma takılan bir şey var: Siz yazları 40 derece kavurucu sıcaklarda nasıl yaşıyorsunuz sahi? 🙂
Sevgiler.